Sosyal Medya

Kültür Sanat

Beşir Ayvazoğlu: Şimdikilere bakıyorum da, onu düşünerek “Meğerse eski Marksistler ne kadar yerli adamlarmış!”

Refik Erduran, benim mensup olduğum dünyada, benim neslim için sadece bir komünistti, hem de Nâzım Hikmet’in kaçışına yardım etmiş çok tehlikeli bir komünist...



Ne kadar köşeli düşünürdük; bir insan ya aktı ya kara, ya düşmandı ya dost, ya vardı ya yok... Yaşamak zorunda bırakıldığımız berbat kavga, iki tarafın da karşısındakini insan olarak görmesini, onun da sevdiğini, korktuğunu, nefret ettiğini, özlemleri, şüpheleri, tereddütleri, sancıları bulunabileceğini düşünmesine mani oluyordu.
 
Hâlbuki aradaki sun’i engeller bir kaldırılsa, bir yüz yüze gelinebilse, aslında, birçok meselede hiç de farklı düşünmediÄŸimizi, birbirimize benzediÄŸimizi ve daha da önemlisi, bu ülkeyi aynı derecede sevdiÄŸimizi anlayacak, adam gibi tartışıp fikir alışveriÅŸinde bulunacaktık.
 
***
 
Bir aydın grubu olarak 1995 AÄŸustosunda Bosna’ya gidiÅŸimizi bu köşede daha önce anlatmıştım. Yola çıkmadan önce yaÅŸananlar çok ÅŸaşırtıcıydı. Bazı aydınlar Tunceli’ye mi, Bosna’ya mı öncelik verilmesi gerektiÄŸi konusunda bir tartışma açarak yan çizmiÅŸ, bazıları da savaÅŸ ÅŸartlarının tehlikelerini öne sürerek mazeret beyan etmeye baÅŸlamışlardı. Uçak teminindeki zorluk ve maddî sıkıntılar yüzünden seyahat birkaç defa ertelendiÄŸi için gruba dâhil bazı isimler Bosna’ya kendi imkânlarıyla gittiler: Çocuk Vakfı BaÅŸkanı Mustafa Ruhi Åžirin, ressam Tosun Bayrak ve Refik Erduran...
 
Bosna direniÅŸine destek vermek amacıyla sembolik de olsa “Kara KuÄŸular” isimli seçkin birliÄŸe katılarak gördüklerini ve yaÅŸadıklarını Milliyet gazetesinde yazdıktan sonra Bosnalı Samuraylar ismiyle kitaplaÅŸtıran Refik Erduran’la 19 veya 20 AÄŸustos’ta -yanlış hatırlamıyorsam- Tuzla’da karşılaÅŸmıştık. Onunla ilgili olarak 1980 öncesinde zihnime yerleÅŸen bütün rezervleri o gün kaldırmıştım.
 
***
 
Refik Erduran’la müşterek dostlarımızdan biri rahmetli AyÅŸe Åžasa idi. Onunla ilgili haberleri AyÅŸe Hanım’dan alırdım. Refik Bey, hastalığı yüzünden evinden hemen hiç çıkmayan ve elinden düşürmediÄŸi telefonla ülkemizde olup bitenleri bizden daha iyi takip eden AyÅŸe Hanım’ın telefonunu nazlanmadan, yüksünmeden açanlardandı.
 
Türkiye’de oynanan oyunların farkında olan Refik Bey, bilgeliÄŸin sınırlarında dolaÅŸan, kafası hâlâ biraz karışık olsa da, Türkiye için en makul olanın, en doÄŸru olanın peÅŸinde, sancılı, kendi kendisiyle ve -hiç kimseyi doÄŸrudan doÄŸruya suçlamaksızın- “aydın” denilen acayip Tamirci’yle sıkı bir hesaplaÅŸmaya girmiÅŸ dürüst bir entelektüel, peÅŸin hükümlerinden mümkün mertebe arınıp hadiselere sadece kendi gözüyle bakmayı deneyen, geç kalmış olmak endiÅŸesiyle biraz telaÅŸlı, söyleyeceklerini bir an önce söylemek için acele eden bir yazardı. Hiçbir hesabı ve art niyeti yoktu; en azından bende öyle bir izlenim bırakmıştı.
 
***
 
Refik Bey’le sık sık telefonlaşırdık, fakat en uzun sohbetimizi Ahmet Güner Sayar hocanın Selimiye’deki evinde bir yemekte buluÅŸtuÄŸumuzda yapmıştık. Åžehir Tiyatroları tarafından sahnelenen Halay isimli oyununu bu yemekten önce mi seyretmiÅŸtim, sonra mı? Hatırlamıyorum.
 
Muhsin ErtuÄŸrul Sahnesi’nde, 1997 sonlarında seyrettiÄŸim oyunun ismi bile baÅŸlı başına bir mesajdı. Salondaki koltuÄŸuma otururken ister istemez, yıllarını tiyatroya vermiÅŸ bir yazarın bütün birikimini ve tecrübesini yansıttığı mükemmel bir oyun, daha da önemlisi dramatik bir hesaplaÅŸma beklediÄŸimi hatırlıyorum.
 
Halay’ın Ortaoyunundaki Yenidünya’yı hatırlatan basit, fonksiyonel bir dekoru ve bir anlatıcısı vardı. Esas kiÅŸisi ise, hayat tarzı ve zihniyetiyle Türkiye’nin egemen çevrelerini temsil eden, “hem batılı hem doÄŸulu, hem dünya vatandaşı hem ÅŸoven milliyetçi, hem gelenekçi, hem Atatürkçü hem neo-Osmanlı, hem demokrat hem zaptiye, hem kadın hayranı hem anti-feminist, hem insancıl hem bencil” bir tip: Egemen...
 
***
 
Ailesinden kalan emlâkin kirasıyla geçinen Egemen, köylülerce iÅŸgal edildiÄŸinden, gürültüsünden ve kalabalığından sürekli ÅŸikâyet ettiÄŸi Ä°stanbul’un ortasında, kendini âdeta hapsettiÄŸi apartman dairesinin penceresinden halkı dürbünle seyreder. Åžehrin köylüleÅŸmesinden ÅŸikâyetçidir, ama her iÅŸini yaptırdığı yardımcısı Battal köylüdür ve o olmadan elbisesini bile giyememektedir. Hatta Battal, hizmetçisi gecekondulu Rukiye ile evlenmeye kalkışınca, onu elinden kaçıracağı korkusuyla çirkin entrikalar çevirip Rukiye’yi baÅŸtan çıkarmaya bile kalkışır. Ne var ki, gerek Rukiye, gerekse Battal, Egemen Bey’in ve oÄŸlu Balkan’ın zannettiklerinin aksine her ÅŸeyin farkındadırlar; üstelik sahip oldukları deÄŸerleri dipdiri muhafaza etmektedirler. Yani Rukiye ve Battal halktır ve kendisini dürbünle seyreden aydının yaÅŸadığı kimlik problemine yabancıdır; ayakları yere basar, üstelik saÄŸduyuludur.
 
***
 
Refik Bey, oyun yazarlığındaki tecrübesi ve ustalığı sayesinde Halay’da ucuz popülizm tuzağına düşmeden “egemen” çevrelerin ve aydınların içinden geldikleri dünyaya ne kadar yabancılaÅŸtıklarını anlatıyordu. Oyunun sonunda bütün kahramanların birlikte çektikleri halay, peÅŸinde koÅŸtuÄŸu uzlaÅŸmanın niteliÄŸine dair önemli bir ipucudur. Refik Bey, öteden beri derin bir yabancılaÅŸmanın içinde bunalan Türk aydınına “Ayağını bu topraklara saÄŸlam basmalısın; eÄŸer bu toprağın deÄŸerlerinden yola çıkmazsan evrensel-olan’a da ulaÅŸamazsın; evrensele ancak farklı olarak, kendi kimliÄŸini koruyarak katkıda bulunabilirsin,” demek istiyordu.
 
***
 
Halay hakkında yazdığım yazıdan sonra Refik Bey’le dostluÄŸumuz pekiÅŸmiÅŸ, sık sık görüşmeye baÅŸlamıştık. Hatta bir ara Devlet Tiyatroları edebî heyetine boÅŸalan bir üyelik için beni teklif etmek istemiÅŸti; “Aman aÄŸabey, fakiri egemen çevrelere linç ettirmek mi istiyorsunuz?” diyerek kabul etmemiÅŸtim.
 
Dedim ya, Refik Bey, ayakları yere basan bir entelektüel ve renkli bir ÅŸahsiyetti. Åžimdikilere bakıyorum da, onu düşünerek “MeÄŸerse eski Marksistler ne kadar yerli adamlarmış!” diyorum.
 
KARAR

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.